Rembrandt van Rijn

rembrandt-van-rijn

Rembrandt van Rijn, 15 Temmuz 1605’de Harmen Gerritz adında varlıklı bir değirmencinin altıncı çocuğu olarak Hollanda’nın Leyda Şehri’nde hayata gözlerini açtı. Annesi Van Zuytbrouck adındaki bir fırıncının kızı olan Neeltgen idi. Okuma çağına gelince şehrin, Latince öğrenim yapılan okuluna girdi. Derslerde durmadan resim çizer, öğretmenin, öğrencilerin portrelerini yapardı. Bu yüzden okulda sık sık ceza alırdı. 14 yaşında okuldan alındı, Leyda’lı ressam Jacob İsaaksz van Swanenburch’un atölyesine verildi. Bir süre sonra Amsterdam’a gitti; ilk ustası gibi İtalyan resim sanatına hayran olan Pieter Lastmann’ın yanında çalıştı. 1625’te Leyda’ya döndü. Özellikle gravürcülükle uğraştı. Gravür sanatı, gerçek değerini ve resim dünyasındaki yerini Rembrandt van Rijn’a borçludur. Babasının ölümü üzerine, 1632’de Amsterdam’a yerleşti. «Profesör Tulp’un Anatomi Dersi» adlı tablosuyla büyük bir üne kavuştu. 1634’te zengin bir kız olan Saskia van Uylenburgh ile evlendi. Sonu sefalet ve hüzünle bitecek şatafatlı, gösterişli bir hayat dönemi başladı. Sanatını anlamayan, ama müşteri olmak için sıraya giren yeni zenginlerin tablo siparişleri, kısa zamanda Rembrandt’a büyük servet sağladı. İtalya, Fransa, İspanya’daki ressamlar kral, kont, dük gibi bir koruyucuya bağlı olarak çalıştığı halde Rembrandt van Rijn, modaya uymayı kibarlık gereği sanan tüccar ve toprak sahiplerinin cömert siparişleriyle zengin ve çok israflı bir hayat sürüyordu.

Rembrandt van Rijn Eserlerinde Orijinalliğin Doğuşu

«Samson’un Kör Edilmesi» ve «Susanna Banyoda» adlı tablolarında, karısı Saskia’yı model olarak kullanmış; aynı çehreye, birinde vahşet ve ihtiras diğerinde safiyet ve masumiyet ifadelerini vermişti. İnsan ruhunun değişikliklerine, iç ifadeye değer veren Rembrandt van Rijn’ın, bu iki tablosunu birbiriyle karşılaştırmak, büyük sanatçıyı anlamak için şarttır.

Önce karısı Saskia sonra annesi Neltgen ölünce geride oğlu Titus kaldı. Evine aldığı dul bir dadı: Gertje Dircx, yalnız oğluyla değil kendisiyle de meşgul olmaya başladı. Karı-koca hayatı yaşamaya başladığı bu isterik kadından ancak 1649’da yakasını sıyırabildi. Bu arada «Amsterdam Keskin Nişancılar Loncası»nın siparişi üzerine «Gece Devriyesi» adlı bir tablo yaptı. Ama bu, beğenilmedi. Eski geleneğe uymayan; 365 x 438 santim boyutlarındaki kocaman tablo, aslında Rembrandt’ın başeseri olduğu gibi Hollanda resim sanatının en değerli yapıtıydı. Bir ara kutsal ve dinsel konuları, gerçek hayattan aldığı insanlar ile gerçekleştiren Rembrandt van Rijn, 1645’te Hendrickje Stoffels adında 25 yaşında bir hizmetçi kız tutmuştu. Gertje Dircx’ı başından defedince onun yerini Hendrickje aldı.

Rembrandt bu kızla önceleri saadet ve refah içinde yaşadı. Hendrickje’ye aşıktı. Onunla resmen evlenmek isterdi. Fakat, ölen eşi Saskia, bıraktığı vasiyetnamede Rembrandt’ın evlenmesine engel olacak maddeler koymuştu. Aksi halde kalan servetten yararlanamayacaktı. Bu arada 1654’te Hendrickje’den Comelia adında bir kızı dünyaya geldi.

Ressamın müşterileri azalmış, yaptığı şaheserler anlayışsızlık ve cehaletin kurbanı olmuştu. Modaya uyarak ve gösteriş için portrelerini yaptıran zenginler artık semtine uğramıyorlardı. Genç Hendrickje, 40-45 yaşlarında sanatçıya ilham veriyordu. «Davut’un Karısı Batşaba» ile «Yıkanan Kadın» adlı tablolarının modeli bu kızdır. Hendrickje, hem 1641’de doğan oğlunun bakıcısı, hem modeli, hem de ilham perisiydi. Sevgilisini «Hendrickje Stoffels Flore Kılığında» adlı tablosuyla ölmezliğe eriştirdi. Bu arada yaptığı her işten zarar ediyordu. Oğlunun üzerine yaptığı ev hariç, her şeyi satılmış üzerinde yatacağı bir şiltesi bile kalmamıştı.

1662’de «Amsterdam Manifaturacılar Sendikası Yönetim Kurulu» üyelerinin toplu halde resimlerini yapması istendi. «Sendika Üyeleri» adlı grup portresi böyle doğdu.

Rembrandt’ı Etkileyen Acı Olaylar

Hayatından çok sevdiği Hendrickje 1662 yılında öldü. İşlerin yönetimini eline alan Titus, 1668’de Madeleine Van Loo ile evlendikten kısa bir süre sonra öldü. Bu olay Rembrandt van Rijn için büyük bir darbe oldu.

Ressam, oğlu Titus da ölünceye hayata büsbütün küstü. Yanında Comelia ile ihtiyar bir hizmetçiden başka kimse kalmamıştı. Titus’un karısı Madeleine van Loo da bir kız çocuğu doğurduktan sonra hayata gözlerini kapamıştı.

Rembrandt, Daha 63 yaşına gelmeden sevdiklerinin hepsi ölüp gitmişti. Hayatının son yılında ihtiyarlık portresini yaptı. 1669 yılının yağmurlu, karanlık bir gününde ekmek, şarap ve peynirden oluşan akşam yemeğinden sonra bir süre bu resmini seyretti. Gözleri yaşlandı. Elindeki mumu söndürdü. Yatağına yatarak uyudu. Bu uykudan bir daha uyanmadı. Takvimler 4 Ekim 1669 tarihim gösteriyordu. 8 Ekim günü basit bir cenaze töreniyle toprağa verildi.

Koca Rembrandt ustadan geriye birkaç tablo, birkaç değersiz eşya, eski giysiler ve resim malzemelerinden başka bir şey kalmamıştı. Öldüğü günlerde, ona, sanatının modası geçmiş bir ihtiyar gözüyle bakılıyordu. 18’inci yüzyıl boyunca ve 19’uncu yüzyılın ilk yarısında da bu küçümseme ve unutulma sürüp gitti. Değeri hiç anlaşılmamış, sanatındaki büyüklüğün farkına bile varılmamıştı. Hatta ressam diye kabul edilmemiş, toptan inkar edilmişti. Fakat Hollanda müzelerinden başka Paris, Viyana, Dresden, Münih, Londra, Berlin ve Leningrad müzelerinde bulunan yapıtları, yeni bilgilerin ışığında incelenmeye başlandıktan sonra, özellikle 19’uncu yüzyıl sonlarında, büyüklüğü ve sanat dehası anlaşılıp kabul edildi.

Rembrandt van Rijn, ton ve nüans üzerinde en büyük virtüözdur. Kendisinden sonra gelen Goya, Daumier, Munch, Soutine ve Rouault gibi ünlü ressamlara büyük etkisi olmuştur. «Işık-gölge» tekniğini ilk ve en mükemmel kullanan ressam olduğu gibi kırmızıya ve bu rengin tonlarına, sanat tarihinde gerçek değerini veren ilk ustadır. Rembrandt, portrecilikte devrim yapmış, ruh hallerinin insan çehresi yoluyla anlatımında, o zamana kadar ulaşılmamış bir başarı göstermiştir. Çevresinde yaşayan tipleri mitoloji kahramanları, tarihsel kişiler olarak resmetmekle de, kendi döneminin, en gerçekçi ressamı olduğunu göstermiştir.