Eugene Delacroix

eugene-delacroix

Ferdinand Victor Eugene Delacroix, 26 Nisan 1798 tarihinde, Paris yakınlarındaki Charenton Saint-Mau- rice’te doğdu. Babası, «Direktuvar Devri»nin Bakanlarından Charles Delacroix idi. Ressam, anne tarafından Kral 15 ve 16’ncı Louis’nin yanında çalışan, Alman asıllı J.F. Oeben’in yeğeni oluyordu. Delacroix’nın, gerçekte kimin oğlu olduğu konusu, hayatını yazanları epeyce meşgul etmiştir. Yüzü pek benzediği için, ünlü Fransız devlet adamı Talleyrand’ın gayrı meşru oğlu olduğu iddia edilmiştir. Bu iddiayı ileri sürenler, özellikle doğumunun arifesinde, babasının Talleyrand tarafından Hollanda’ya Büyükelçi olarak tayin edilmesini sebep gösterirler. Delacroix’nın çocukluk yılları, önce Charenton’da sonra da Paris’te geçti. 1805 yılında henüz 7 yaşındayken babası öldü. 1806’da Paris’e yerleştiler. Tahsiline devam etmek üzere girdiği «Kraliyet Lisesi»nde resme olan kabiliyetiyle hemen dikkati çekti. Ancak, ressam olma hevesi, dayısı H.F. Riesener’in atölyesinde çalıştığı sıralarda uyandı. Dayısı 1815 yılında onu, ünlü ressam David’in öğrencisi olan ve neo-klâsik bir ressam olarak şöhret yapan Pierre Guérin’e tavsiye etti. 17 yaşındaki delikanlı Guèrin’in atölyesine girdi. Bu arada, Louvre Müzesi’ne gidiyor ve büyük ustaların eserlerinden örnekler kopya ediyordu.

Eugene Delacroix İçin Hayatını Değiştiren Olay

1822’de «Dante ve Virgile», 1824’te «Sakız Adası Katliamı» isimli tablolarını «Paris Sergisi»ne yolladı. Bu eserler, sanat çevrelerinde bir anda geniş yankılar uyandırdı. Devlet tarafından satın alınan bu iki tablo, bazı eleştirmenlerin hararetli övgülerine rağmen, olumsuz yönde tepkilere neden oldu. Tartışmalar, ressam Ingres ile arasını iyice açtı.

Delacroix, 1825 yılı Mayıs ayında İngiltere’ye gitti. Burada Fielding ve Bonington adlı iki ressam dostu vardı. İngiliz resim sanatı kadar İngiliz şiirini ve tiyatrosunu inceledi.

Paris’e döndükten sonra Stendhal, Mérimée, Victor Hugo, Alexandre Dumas ve ünlü virtüöz Paganini’yi tanıdı. George Sand, Chopin, Théophile Gautier, Baudelaire onun bu devredeki samimi arkadaşlarıdır.

Eugene Delacroix’nın hayatındaki en önemli olay, hiç şüphesiz 1832 yılında çıktığı altı aylık Fas, Cezayir ve İspanya gezisidir. Daha «Dante ve Virgile» tablosunu yaptığı zaman, ressamın dehasını sezen, devrinin nüfuzlu devlet adamlarından, Hükümet Üyesi ve Meclis Başkanı Thiers, Tanca’ya gidecek bir diplomatik heyete ressamın da katılmasını sağlamıştı. Sanatçı, tamamen yabancı olan bu alemde karşılaştığı renk ve ışık zenginliği ile adeta sarhoş oldu. Gördüğü binbir renk içindeki yerel giysiler, süvarilerin akılları şaşırtan hünerleri onu çok etkiledi.

Bu konuda Delacroix: «Bu memleketin hayalini kafamda her zaman saklayacağım. Bu kuvvetli ırkın kadın ve erkekleri, hafızamda canlılıklarını ömrümün sonuna kadar kaybetmeyecek. Gerçek güzelliği ben onlarda buldum.» demiştir.

Eugene Delacroix, Fas’ta aylarca kaldı. Çeşitli modeller çizdi, taslaklar yaptı. Cezayir’de bir süre çalıştı. Oradan İspanya’nın Seville Şehri’ne uğradı.

Bu gezi sonunda, resim anlayışında bir devrim gerçekleşti. Ressam David ile hayranlarının bayraktarlığını yaptığı eski, klasik dönem sanatına olan bağlılığından sıyrıldı. Önceleri, konularını edebiyat ve tarihten alırdı. Lady Macbeth, Hamlet, Opelia’nın Ölümü ve benzeri resimler yapardı.

Zirve Döneminde Eugene Delacroix Eserleri

Koruyucusu Thiers sayesinde, Paris’e döndüğü zaman yeni siparişler adlı. Sağlıksız bünyesine rağmen, Venedik’li ustalar, hatta Rubens ile mukayese edilecek değerde bir sanatçı olarak yeni eserler verdi. Kral Louis Philippe’ten «Légion d’Honneur» nişanını aldı. Kralın Bourbon Sarayı’ndaki kral dairesini, Louvre Müzesi’ndeki Apollon Galerisi’ni, Belediye Sarayı’nın «Huzur Salonu»nu, Saint Anges Kilisesi’nin mihrabını süsledi ve resimledi.

1847’de, yirmi yıldanberi el sürmediği «Anıları»ını yeniden yazmaya başladı. 1849’da Paris Resim Sergisinin jüri üyesi oldu. 1850’de Belçika ve Almanya’ya inceleme gezisi yaptı. Çok sevdiği Rubens’in resimlerini de bir defa daha yakından gördü. 1857’de Fransız Akademi’sine üye oldu. 1855 yılındaki sergisi çok sükse yapmış, Légion d’Honneur’ün «komandör» rütbesini almıştı.

Fas, Cezayir gezisinden sonra romantik eğilimleri iyice ortaya çıkmıştı. 1840 yılında İngiliz Flaman kırması bir üsluba kaydı. Daha sonraki yıllarda kişiliğini buldu ve kimseye benzemeyen, ölümsüz bir ressam oldu. Konuyu ele geçirdiği zaman her noktasını aynı belirlilikte tesbit edebilmek için bütün dikkatiyle çalışmaya koyulurdu. Günlük hayat sahnelerini ve müşterilerin ısmarladıkları konuları sevmezdi. Aynı konu için önceden birçok taslak, desen, suluboya yapardı. Konularını kitaplardan, büyük olaylardan almayı severdi. Duyguların şiddetle ifadesi, çalışmada büyük bir serbestlik, konularda özellikle yabancı ülkelere düşkünlük, egzotik resimler ve romantizmin bütün unsurları onun eserlerinde vardı. Duvar dekorasyonunda eşsiz bir başarı göstermişti.

Sakin bir sayfiye şehri olan Champrosay’a sık sık gidip dinlenmek zorunda kalıyordu. Zayıf bünyesi iyice yıpranmıştı. Bu şehirden ünlü kadın yazar ve Chopin’in sevgilisi George Sand’a yazdığı mektuplarda: Biz, son nefesimize kadar ölesiye çalışmalıyız,» diyordu.

Emilie, Laure, büyük aşkı Eugénie Dalton mazide kalmıştı. Madam Boulanger ile Hollanda ve Belçika’ya yaptığı geziler de artık uzak bir hayalden ibaretti.

13 Ağustos 1863’te Paris’in Furstemberg Meydanı’ndaki atölyesinde öldüğü zaman, eskiye bağlı sanat çevreleri hala ona düşmandı. Genç kuşaklar ise Eugene Delacroix’yi, kendi dönemlerinin gerçek ustası sayıyorlardı. Atölyesinde, sağlığı elvermediği için öğrenci yetiştirmemişti, ama bir grup genç ressam onun tarzını devam ettirdiler.